Meslek yaşamım boyunca doğal afetler, facialar, kazalar, ölümlerle ilgili haber, makale yazmaktan hiç haz etmedim. Her nedense bu tür makale ve haberlerde tıkanıyor, boğazım düğümleniyor, gözlerim ıslanıyor, aşırı duygusallaşarak bu son olsun diyorum. Ama olmuyor. Ülkemiz böyle hoyratça yönetildiği takdirde olacağa da benzemiyor.
Yine bir doğal afetle karşı karşıyayız. Türkiye’nin deprem
kuşağında bir ülke olduğu gerçek… Bu gerçek nüfusunun yüzde 60’a yakınının faal
ve zarar verebilen deprem alanları üzerinde kurulu bulunduğunu ortaya koyuyor.
Ülkemizle ilgili bir gerçek daha var, o da 523 yıllık
tarihimizde 7 ve üzeri 25 depremin olması… Yakın tarihimizde 24 Kasım 1976’da
Van’ın Muradiye ilçesinde 7,5, Kocaeli Gölcük’te 17 Ağustos 1999’da 7,4, Düzce’de
12 Kasım 1999’da 7,2, Van Tabanlı da 23 Ekim 2011’de 7,2 ve en son
Kahramanmaraş merkezli 7,7 ile 7,6’lık depremle gerçekle bir kez daha yüz yüze
geldik.
Arşivler gösteriyor-ki bu deprem de diğerleri gibi göstere
göstere gelmiş. Jeoloji mühendisleri, farklı alanlarda çalışan bilim insanları,
bazı sivil toplum örgütü ve siyasi parti temsilcileri, Kahramanmaraş merkezli
depremin geleceğini çoktan ön görmüş, uyarılarını yapmış, ancak dikkate
alınmamıştır.
Hatta ülkeyi yönetenler bu depremin simülasyonu yaparak
etkileyeceği alanı, yakılacak yapı ve ölüm sayısını günümüze yakın tahmin
etmiş, buna rağmen önlem alma yerine günün sonunda işi bir kez daha ‘kadere’
bağlamış, istifa etme yerine koltuklarına daha da sıkı sıkıya sarılmayı uygun
görmüşler.
Şimdi ne olacağa baktığımızda bir farkla öncekilerden
değişik bir şey olmayacak. Önümüz seçim; siyasi partilerin işi oya çevirme,
kurbanlık seçilen bazı müteahhit ve inşaat firması yetkililerinin tepkiler
dininceye kadar tutuklanmasına, pusuda bekleyen yeni müteahhit ve inşaat
firmalarının eskilerinin yerine geçtiğine, fırsatçıların parasına para
kattığına şahitlik edeceğiz.
Bir fark ne derseniz, bu kez teknoloji daha gelişmiş
olduğundan insanlar işi siyasetçilere bırakmadı, kendi yaralarını kendileri
sarmaya çalıştı, dayanıştı, birbirlerini daha iyi anladı, duygusal bağ kurarak,
bölgeciliğe-ayrımcılığa meydan vermedi.
Örneğin, Diyarbakır depremi yaşamasına rağmen güçlü bir
sivil toplum altyapısına sahip olduğundan kendisine yettiği gibi depremi
yaşayan diğer 9 kente yardım gönderdi. Deprem acısını iyi bilen Van halkı ise,
ihtiyaçları belirlemede nokta atış yaparak yardımlarını hedef kitleye
ulaştırdı.
Halk acısını sessiz ve içinden yaşıyor. 14 Mayıs’ı bekliyor.
Hesabını o zaman görecek.
Depremle ilgili sosyal medyada da ilginç paylaşımlar oldu.
Bu paylaşımlardan birkaçı örnekle yazımı noktalayayım.
Ayşe; ‘Dünyanın eşyasını aldım evime son teknoloji küçük ev
aletleri.. marka, marka kıyafetlerle doldurdum dolabımı ama depremden kaçarken
ayaklarım çıplaktı… Ne kadar değersizmiş aslında her şey.. İnsan denen yaratık
ne doymaz ne açmış.. Artık sağ kalan hiç kimse eskisi gibi olmayacak.’
Prof. Dr. Naci Görür; ‘Depremle ilgili olarak üç gün önce
uyarı yaptım. Elazığ depremi olduğu zaman beyanat verdim. Elazığ depremi Doğu
Anadolu fayı üzerinde oldu, o fay uyandı. Daha önce deprem üretemiyordu. Ben,
21. asırdan beri deprem üreterek enerjisini boşaltacak dedim. İstanbul depremi
için de uyarıyorum.’
Gazeteci Mehmet Akif Ersoy; ‘Çokça yerden duydum. Üzülerek
paylaşıyorum. Diyorlar ki, ‘Arama kurtarma yapıyoruz. Kazıyoruz, kazıyoruz tam
kişiye ulaşıyoruz, pat bir ekip gelip ‘Sizin işiniz bitti. Çekilin, biz
çıkaracağız’ diyor. Kameraları çağırıp çıkarıyorlar.’
Asena Özkan; ‘Oğlum dedi ki “Baba maddi yardımı Haluk
Levent’e yapacağım. O hem güvenilir hem de yerine ulaştırır.” Utandım hatta
yerin dibine geçtim. Ne yazık ki memleketin durumu bundan ibaret.’
Doç. Dr. Muhammed Keskin; ‘Soğukta enkazdan çıkarılan her
depremzedeyi mutlaka bir doktor görmeli, öldü denilmemeli. Hipotermiye girmiş
birinin nabzı ve tansiyonu çok düşük olduğu için hissedilmeyebilir ama aslında
iyi bir ilk yardım ile hayata dönebilir. Hatta hipotermi bazen ölümü
geciktirebilir.’
Nihat Hatipoğlu; ‘Bilim adamlarının sözü, bizim için
dini bir emir gibidir. Geçmişte dinlemediğimiz için bunlar başımıza geldiyse
buna kader demeyeceğiz.’
Haluk Levent; ‘Canımızı Hristiyana, yahudiye, Ermeni’ye ve
hatta ateiste emanet ettik malımızı müslümandan koruyoruz!’
Doç. Dr. Serkan Akdağ; ‘Ben üniversitelerde özellikle tıp
fakültelerinde uzaktan eğitime geçilmesini doğru bulmuyorum. Farklı
alternatifler üretilmeli. Bu toplumun en büyük ihtiyacı eğitim, en büyük
düşmanı cehalettir…’
Sevgiyle kalın.